Kimileri sosyal belediyeciliği, sosyal devletin yerel düzeydeki izdüşümü olarak tanımlıyor. Ethem Pektaş, “Türkiye'de Sosyal Belediyecilik Uygulamaları ve Karşılaşılan Sorunlar” başlıklı akademik incelemesinde sosyal belediyeciliği, sunduğu mal ve hizmetlerle bölgesinde yaşayan vatandaşı daha iyi bir yaşam standardına taşımayı hedefleyen, onların bütçesine sosyal adaleti sağlayacak şekilde katkı yapan belediyecilik olarak tanımlıyor. Peki gerçekten öyle midir? Yani belediyelerin ihtiyacı olanlara karşılıksız mal ve hizmet vermesi gerçekten sosyal belediyecilik midir? Adil midir? Bunlar tartışmaya açık konular ve hem politik hem de akademik düzeyde yoğun şekilde tartışılıyor.
Devam eden küreselleşme sürecinin getirdiği neo-liberal saldırı altında yaşanan değişim ve dönüşümden elbet Türkiye de payına düşeni aldı, alıyor. 12 Eylül’den sonra Türkiye’de hız kazanan neo-liberal politikalar devletin yeniden tanımlanması ve devletin fonksiyonlarının yeniden belirlenmesine yol açtı. Bu da beraberinde hukuksal mevzuatta ve uygulamalarda köklü değişiklikleri de beraberinde getirdi. Öte yandan merkezi devletin yanı sıra yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve özel sektörün de toplumsal rolleri yeniden tanımlandı. Bu süreçte en çarpıcı değişimler ise belediyelerde görüldü. Merkezi hükümetten rol çalıp, artık sosyal devlet yok, sosyal belediye var palavrasıyla hayata geçirilen neo-liberal belediyecilik ve bunun doğal sonucu olan yağma düzeni ile sosyal belediyecilik adı altında ne saçmalıklar yapılmadı ki bu ülkede?
Son birkaç yıldır, özellikle COVİD-19 pandemisinin ortaya çıkışıyla birlikte neo-liberalizmin sallanması, kapitalist sistemin bariz şekilde tıkanması ile insanlar pek çok şeyin farkına vardı. İnsanlar, özelleştirme ve piyasalaşmanın, vahşi kapitalizmin nasıl otoriterleşmeyle el ele yürüdüğünü kavradı. Neo-liberal saldırının, aptalca özelleştirmelerin sermayeye sağladığı sınırsız özgürlüğün bedelinin nasıl emekçi sınıflara ödetildiğini açıkça anlaşıldı. Türkiye’de son 20 yılda bu politikalar AK Parti eliyle yürütüldü, ancak bu yağmacı liberal ekonomi artık çöküşe geçti. Bu çöküşün bedeli yine halka ödetilmek isteniyor. AK Parti iktidarıyla birlikte yükselen neo-liberal belediyecilik anlayışı da payandalarından biri olduğu bu çarpık ekonomi anlayışı ile birlikte çökmeye başladı.
Peki neydi AK Parti belediyeciliğinin sözde sosyal belediyecilik anlayışı? Yoksula yardım ediyoruz adı altında çok yüksek fiyatla gıda paketi hazırla, fahiş fiyatla kömür al, yandaşı ve de kandaşı zengin et, dağıttığın kömür ve gıda ile kandırdığın halkın oyunu alıp yeniden seçil. Soygun ekonomisinin yerel ayağı olarak işlev gördüler. Ha bu modeli örnek alan başka partilerin belediyeleri olmadı mı, bazı CHP belediyeleri dahil oldu elbet. Ancak bu neo-liberal belediyecilik anlayışının, öznelerinden biri olduğu ekonomi ile çökmeye başlayınca, gerçek anlamda bir sosyal belediyecilik anlayışı CHP’li belediyelerde filizlenmeye başladı. Belki Tunceli ve Ovacıkta olduğu gibi bir belediye sosyalizminden bahsedilemez, ancak CHP’li belediyeler, yandaşı zengin etmeden, soygun yapmadan uyguladıkları neo-liberal belediyecilik anlayışından sıyrılmaya başladılar.
Aydın’da bunun emareleri zaten uzun süredir vardı. Özlem Çerçioğlu, sosyal belediyecilikte rol model olan Aydın Büyükşehir Belediyesi’nde artık halkı da üretime katarak önemli işlere imza atıyor. Keza Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay, Kuşadası Belediye Başkanı Ömer Günel, Didim Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay, Germencik Belediye Başkanı Fuat Öndeş, Çine Belediye Başkanı Enver Salih Dinçer de üretim süreçlerine halkı katarak toplumcu bir belediyecilik modelini ilmek ilmek birlikte örüyorlar. Neo-liberal belediyecilik yapmak yerine, sosyal belediyeciliği çöken ekonomiye karşı bir dayanışma organizasyonuna dönüştürerek, başta belirttiğim gibi sosyal adaletin de zemini yaparak halka destek oluyorlar, umut veriyorlar. CHP’li belediyeler Aydın’da sosyal belediyeciliğin kitabını yazıyorlar.
Sağlıcakla kalın…