Bilindiği gibi 8 Mart her yıl tüm dünyada Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanır. Kadınlar arası dayanışma ruhunu güçlendirmek, şiddet, tacız ve ayrımcılık deneyimlerini paylaşmak üzere kadınlar bu günde sokağa çıkar.

Böyle bir günde ataerkil yapıların alanlarda olması beklenmez. Elbette bunun birtakım sebepleri vardır. Her şeyden önce her gün eril şiddete maruz kalan kadınların travmalarının tetiklenme ihtimali vardır. Ancak bu şiddeti yalnızca fiziksel şiddet, ortaya çıkan travmayı da fiziksel şiddete bağlı travma olarak değerlendirmemek gerekir.

Kadınlar tüm bir insanlık tarihi boyunca erkeğin ötekisi olmuş, deliler, hastalıklılar, iğrenç olanlar gibi tüm ötekilerle birlikte perifere itilmişlerdir. Merkezi figür daima erkek ya da doğru bir ifadeyle eril akıldır. Yüz yıllar boyunca eril aklın tahakkümüne maruz kalmış kadın için erilliği sembolize eden her şey, bin yıllardır var olan travmayı da tetikleri niteliktedir. Tüm bunlara ek olarak mücadele edilen nesne ile iç içelik mücadelenin merkezini de silikleştirmektedir. Kadın haklarını merkeze alan hareketler tam da bu sebeplerle eril aklı dışlayıcı eylemlerde bulunup, eril tahakküm nesnesi olmamak için mücadele ederler. Bu mücadelenin en önemli günlerinden birisi de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’dür.

Buraya kadar anlattıklarım elbette hepimizin bildiği şeyler. Biz kadınların anlayamadığı ise tam da böyle bir günde erkeklerin 8 Mart’ta alanlara inmedeki ısrarıdır. Kendi adıma ben bunun da bir tür şiddet olduğu görüşündeyim. Erkeklerin özne değil nesne oldukları, eleştirilen bir nesne oldukları alanda bulunmadaki gayretlerinin altında yatan sebep aslında ne olabilir. Muhtemelen bu durumu psikologlar çok daha doğru bir biçimde açıklayacaktır. Ancak en azından Kuşadası özelinde dönüp baktığımda bizatihi eşlerine fiziksel, psikolojik veya maddi şiddet uygulayan erkeklerin orada olmada daha baskıcı bir tutum sergilediklerini görüyorum. Ben açıkçası etraflarında var olan tüm kadınlara tahakküm kurabileceklerini düşündüklerini ve bilinçaltlarında “kadın yoktur eril olan vardır” demek istedikleri için orada olmaya can attıkları görüşündeyim. Ya da bir tür “olay mahaline geri dönme” arzusunun tetiklediği bir davranış biçimi de olabilir, bilemiyorum. Dediğim gibi bu durumu psikologlar çok daha doğru biçimde kavramsallaştırabileceklerdir.

Geçtiğimiz 8 Mart tam da böyle bir tacizin yaşandığı, sahnelerde yine erkeklerin ağırlanıp plaketler verildiği bir yıldı. Bu yıl ise Kuşadası Kadın Platformu aynı soytarılığa izin vermemek için tavır aldı. Ancak kendini her şeyin merkezi sayan eril akıl elbette durmadı. Bu sefer de Kent Konseyi iş birliğiyle 8 Mart’ı sabote edecek birtakım girişimlere soyundu.

Ancak unutulmamalıdır ki bizler sizin bizatihi şiddetin failleri olduğunuzu biliyoruz. Kadınlara, eşlerinize, sevgililerinize yaptıklarınızdan haberimiz var. Orada boy gösterip kendinizi aklama gibi pişkin bir inancına sahip olabilirsiniz. İnanın bizler buna yalnızca gülüyoruz. Gülmemiz ise sizinle mücadele etmekten vaz geçtiğimiz anlamına gelmiyor. Şiddetin her türüne karşı hala bir aradayız ve hala size hala size “hayır” diyoruz. Hayır, 8 Mart’ta bizimle birlikte yürüyemezsiniz.