Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) devam eden bütçe görüşmelerinde söz alarak ülke gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Meclis iç tüzüğü nedeniyle her zaman konuşma şansı bulamadıklarının altını çizen Şık, şiddetin çözüm değil sorunun kendisi olduğunu vurgulayarak sınır ötesi operasyonlarda hayatını kaybeden askerlerin ailelerine baş sağlığı diledi.
Meclis’teki bütçe faaliyetlerine ve Filistin halkına yönelik devam eden saldırganlığına rağmen AKP iktidarının İsrail ile devam eden ticari ilişkilerine işaret eden Şık; AKP’nin ajitasyon ile herkesi “terörist” ilan ettiğini hatırlattı. Tarikat ve cemaatlerle kurulan ortaklıklar ile Gülen Cemaati ile yıllarca süren iş birliğine de değinen Şık, Kürtlerin eşit yurttaşlık taleplerine yönelik saldırganlığa da dikkat çekti.
“Şiddet dilinin siyasetçi generalliğine soyunanların talimatları ve tehditleri yüzünden bitmeyen savaşlara durmayan ölümlere çokça tanık olduk” diyen Şık, “Şiddeti çözüm diye sunarak yoksul çocuğunun kanı üzerinden yapılan siyasetin, devlet soygununun faturası gençlerin canıyla, kanıyla ödetiliyor. Barışı savunmayı kolay sananların, başkalarının hayatı üzerinde bu kadar kolay ölümcül ahkamlar kesmesi elbette tesadüf değil” ifadelerini kullandı.
İktidar ve çevresinin savaş politikaları ile kurduğu talan düzenine de vurguda bulunan Şık, “Tabutlara sardıkları bayraklarla suçlarını gizleyip, şehadetler, kahramanlıklar yazanlar, kurdukları talan düzeni sürsün istiyorlar” diye konuştu.
Yan yana durarak barış istenmesi gerektiğini ifade eden Şık, “Artık hayatla, kanla bedel ödemek istemiyoruz. Bedel ödenecekse barış için, eşitlik için, özgürlük ve demokrasi için ödenecek. Bunun gerçekleşmesi için ihtiyacımız olan tek şey cesaretli olmak” dedi.
Şık, sözlerini, kurtuluş yolunun barışta ısrar ederek geleceğini belirterek noktaladı.
‘ŞİDDET ÇÖZÜM DEĞİL SORUNUN KENDİSİ’
TİP Milletvekili Ahmet Şık’ın konuşmasının tamamı şöyle:
“Meclis iç tüzüğünün anti demokratikliği nedeniyle nadiren kullanabildiğimiz bu kürsüde bugün bütçe üzerinde konuşacaktım. Ama şiddetin çözüm değil sorunun kendisi olduğunu görmemekte ısrar nedeniyle yine gencecik bedenler toprağa düştü. Yoksul evlerini yine ölümün ateşiyle saran şehit haberleri ardı ardına geldi. Hayatını kaybedenlerin acılı ailelerine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
Hasan Bitmez’in ailesi ve sevenleri ile Saadet Partisi camiasına da sabır diliyorum.
Size 2024 yılı bütçesinin de öncekiler gibi halkın menfaatlerini gözetmediğinden, Meclis’in bir şirket genel kuruluna dönüşmesinden, bütçe yapıcıların o şirketin yöneticisi olduklarından, devletin sırtından yapılan ticaretin, vergi adı altındaki soygunların bütçe adı altında yasalaştırılmasından bahsedecektim.
Bir yandan Filistin’de yaşanan soykırımı protesto edip kınamalar yaparken öte yandan İsrail’e yaptığınız ticaretin üzerini din sömürüsüyle örttüğünüzü eleştirecektim.
İsrail’e, Filistin’e atacakları bombalar için çelik, mazlum Filistinlileri katleden İsrail ordusuna da içlik gönderdiğinizi, İsrail’e mal taşıyan denizcilik şirketlerinin sahiplerinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve eski başbakanınız Binali Yıldırım’ın oğullarının ortakları olduğunu anlatacaktım.
Sadece din tüccarlığınızı değil vatan millet tüccarlığınızı, herkesi terörist ilan eden bu ajitasyonun yeni Kabine Sözcüsü olan atanmışın da Milli Eğitim Bakanı sıfatıyla karşımıza çıktığını söyleyecektim. Eski suç ortağınız olan Gülen Cemaati’nin FETÖ’ye dönüşmesinin müsebbibi olan sizlerin, laikliğe son verme gayesiyle çocukları teslim ettiğiniz o tarikat ve cemaatleri, hücre hücre devletin her kademesine yerleştirip, darbe yaptıklarında ‘FETÖ’ demenizi sonra da karşımıza çıkıp, ‘Çocuklar terörist olmasınlar diye cemaatlere veriyoruz’ diyen arsızlığı eleştirecektim.
Bir milletvekilinin ana diliyle yaptığı selamlamaya ‘Ya bize küfür ediliyorsa’ diye mukabele eden ve ‘Dinde zorlama yoktur’ diyen sizlerin dilde de zorlama olamayacağını öğrenmesi gerektiğini, Parlamento çatısı altında bile bir dili zorunlu kılarken ana dillerini yasak ya da seçmeli hale getirmenin adalet olmadığını söyleyecektim.
‘KÜRT OLMA TALEBİNİ İHLAL, CESARETİNİ SUÇ OLARAK GÖRÜYORSUNUZ’
Kürtlerin Kürt olma talebini bir ihlal, cesaretini ise bir suç olarak gören sizlerin, ana diliyle konuşulmasından değil, bir toplumun haysiyetini temsil eden bu duruştan rahatsız olduğunuzu söyleyecektim. Bu ülkede yaşayan tüm halkların kurtuluşu ve akan kanı durdurarak barışı hâkim kılacak olanın istismar ettiğiniz dilinizdeki İslam ve hamasi bir milliyetçilikle bezeli şiddette ısrar değil, eşitlik olduğunu söyleyecektim.
Herkesin devletin sahibi olabildiği bir egemenlik ortaklığı ve eşitlik. Bunu görmemekte ısrar ederek ya da bilirken bilmiyormuş gibi yaparak şiddet dilinin siyasetçi generalliğine soyunanların talimatları ve tehditleri yüzünden bitmeyen savaşlara durmayan ölümlere çokça tanık olduk.
‘DEVLET SOYGUNUNUN FATURASI GENÇLERİN CANIYLA ÖDETİLİYOR’
Şiddeti çözüm diye sunarak yoksul çocuğunun kanı üzerinden yapılan siyasetin, devlet soygununun faturası gençlerin canıyla, kanıyla ödetiliyor. Barışı savunmayı kolay sananların, başkalarının hayatı üzerinde bu kadar kolay ölümcül ahkamlar kesmesi elbette tesadüf değil.
Gençler ölüp halk kaybederken, silahı tutan ve birbirini kırdıranlar bu yüzden her zaman kazanıyor. Şiddetle gücünü var ettiğini sananlar, sürekli öldürmekten, yok etmekten bahsediyor ve bununla gururlanıyorlar. Tabutlara sardıkları bayraklarla suçlarını gizleyip, şehadetler, kahramanlıklar yazanlar, kurdukları talan düzeni sürsün istiyorlar.
‘SARAYDAKİLER SEFA SÜRERKEN GECEKONDUDAKİLER ÖLÜYOR’
‘Savaşa hayır’ dediğinizde ‘Taraf olmayan bertaraf olur’ diyerek üstünüze yürüyor; her türlü şiddeti, katliamı kınadığınızda ‘Bedelsiz olmaz bu işler’ diyerek parmak sallıyor ama saraydakiler sefa sürerken gecekondudakiler ölüyor.
Yoksul ailelerin omuzlarındaki tabutların sorumluluğu hepimizin üzerinde. Yan yana durarak, barış isteyerek güçleneceğimiz yerde şiddeti çözüm görenlerin nefretine yenik düşüyoruz, can veriyoruz. Savaşın, katliamların korkak birer seyircisine dönüştürüldüğümüz kanın kanla yıkandığı bir bedele mahkûm değiliz.
‘BARIŞ İÇİN TEK İHTİYACIMIZ CESARETLİ OLMAK’
Artık hayatla, kanla bedel ödemek istemiyoruz. Bedel ödenecekse barış için, eşitlik için, özgürlük ve demokrasi için ödenecek. Bunun gerçekleşmesi için ihtiyacımız olan tek şey cesaretli olmak.
Tarihin yükünden, bu tarihi çarpıtan tek tip devlet ezberinden, bu ezberle kirletilen zihinlere sahip toplumsal hafızadan, linççi kalabalığının çıkardığı gürültüden azade düşünebilme cesareti.
Güçten, güçlüden korkmama cesareti. Zalimin değil mazlumun yanında durma cesareti. Firavun karşısında Musa olabilme, hakikati, doğruyu ve hakkı söyleme cesareti.
‘ZALİMİN KARŞISINDA KORKAKLIĞI TERCİH ETTİĞİNİZDE ELİNİZDE KALACAK TEK ŞEY UTANÇ OLUR’
Çünkü hakikate kendinizden daha fazla saygı duymayı yitirdiğinizde, zalimin karşısında korkak olmayı tercih ettiğinizde elinizde kalacak tek şey utanç olur. Anlamını, haysiyetini ve taşıdığı umudu utanca ezdiren bir hayat ise insana sadece yüktür.
Çaresiz kalışımızdan utanmanın ağırlığından kurtulmanın tek bir yolu var: Barış demekte ısrar etmek.”
HABER MERKEZİ
(Kaynak: TİP Basın Bürosu)